Yer kürenin dört mevsimlik kuşağında yaşayanlardan, özellikle bizler çok şanslıyız. Çünkü ilkbahar’ın cıvıltısı, yaz’ın sıcağı, sonbaharın şırıltısı ve kış’ın soğuğu deriz ve biraz uzadığı zaman hepsinden usanırız. Bu duruma toplumsal ifadelerde “Şıp sevdi yada Ayran gönüllü” denir. Biraz daha açıldığında “kararsız, maymun iştahlı, özetle ayran gibi çabuk köpürüp çabuk sönmesidir. Konumuz, bu şartlar içinde geldiğimiz güz mevsimini ve kararsızları anlatmaktır.
Sene ya da yıl dediğimiz süre, doğanın ve yaşamın önemli bir zaman dilimidir. İlk ve son baharları, yaz ve kışları, yeşeren ve solan renkleri, sevgileri ve umutları, hüzünleri ve umutsuzlukları bu zaman diliminde yaşarız. İçinde bulunduğumuz sonbahar, doğa için dinlenme döneminin başlangıcıdır. Bizler, biraz duygu ekleyip, “Yaprak dökümü” zamanı da deriz. Orman içi yürüyüşlerinde, ayakların üzerine çıkan kuru yaprakların hışırtısını, tatlı bir iç burukluğu ile birlikte duyarız…
Doğa uykuya başladı dediğimiz bu mevsimde, insanların yaşamsal umutları başlar. İlkbahar ve yaz da yapacağımız hasadın (tahıl ekimi ile ağaç dikimi) işleri mevsimidir. Uykuda gördüğümüz toprak ana, bizi mantarları ile bile doyurur. Her şey çalışmak, kıymet bilmek ve korumaya bağlıdır. İnsanlar doğanın bir parçasıdır. Çocuklarımızın eğitimi de, sonbaharda başlar. Başarmanın tek şart, işimize “Türk gibi başla ama Alman gibi devam et.”sözüne uymaya bağlıdır.
Birazda doğanın kıymeti üzerinde duralım. Diyelim ki, Ortadoğulunun tek geçim kaynağı olan petrolü tükendi. Bu olmayacak bir şey değil, çünkü her kaynağın sonu vardır. Çalışmayı unutan Arapların çöl olan coğrafyada yaşaması zor olacaktır. Bu şartlarda, Anadolu’muzun her yerinde farklı ürünlerin yetişmesi (Tahıl, meyve, sebze tarımı ve hayvancılık), inanılmaz avantajımız değil mi? Yeter ki çalışıp üretmeyi unutmayalım.
Bağışlayın, ayran gönüllülük alınacak bir yakıştırmadır. Geçmişte internet, televizyon yoktu, radyoyu dahi zor bulurduk. Azda olsa gazete, dergi, kitap ve tabii zorunlu olduğumuz kitapları da okurduk. Okullarımız ve bazı merkezlerdeki kütüphanelerden zimmetle alınan romanlar, hikâyeler, yerli ve yabacı değişik kitapları alıp okurduk.
Bu bakımdan, günümüzdeki internet çok büyük bir imkândır. Bilimsel ve teknolojik araştırmalara, edebi ve basındaki yazılara rahatça ulaşılmak mümkündür. Ama halkın en az yarısı ilgilenmiyor. Bilgisayardan, televizyon başından ayrılmayanlar da oyunlar, dedikodular ile zaman geçiriyor. Böyleleri, demokrasinin gereklerini anlamış ve seçmesini öğrenmiş olabilir mi? Olamadığını, oy’unu bir paket makarna, bakliyat veya bir torba kömüre kurban edilmesiyle anlaşılıyor.
Daha fazlasını söylemek istiyorum; Sistemi tek adama verip, ona hesap soramıyor. Cennet vadiyle din satan soyguncuya köle oluyor. Üreten işyerleri satılırken susup, sonra işsizim diye ağlıyor. Uzun vadeli borçlanmalar ile yapılan köprüler ve yollardan geçmek için para bulamıyor. Birde buna demokrasi deniliyor, inanalım mı?
14 Ekim 2021
Hüsnü ARSLAN