Kadına şiddet olayları, 2019 yılı da iç karartıcı bir artışla devam etmişti. Buna, önce muhalefet, sonra da iktidar(İstanbul sözleşmesi), mücadele girişimlerinde bulundu ama bir türlü devamı gelmemişti. Sn Murat Yetkin’in, Sn. Erdoğan’ın 12 Ocak 2020 de namı değer İsmailağa cemaati ziyareti bağlantılı ve “İsmailağa Cemaati ister de İstanbul Sözleşmesi kalır mı?” başlıklı 8 Temmuz 2020 tarihli haberi, söz konusu olaylara ait girişimlerin neden durduğunu anlatmaya yetmiştir.
Öncelikle “İsmailağa Cemaati” adının “İsmailağa Bataklığı” olarak tanımlamamdaki düşüncemi anlatmak istiyorum. 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilen 677 sayılı yasa, daha sonra inkılâp yasaları kapsamında Anayasalarda da yerini almıştır. Ama oy için giderek aşındırılan bu yasa açıkları, tarikat ve cemaatlerin hortlamasının önünü açmıştır.
Sn. Erdoğan, AKP Başkanı olarak her seçim öncesinde özellikle İsmailağa cemaatini ziyaret etmesi siyasi çıkarı olabilir ama artan kadın cinayetlerini cemaatlerle değil, hukuk bilimcileri ile görüşse hem milletin yararı, hem de partisinin yararı olmaz mı? Tarikat ve cemaatlerin milleti kul – köle, inanç ve düşünce özgürlüğü yasakçısı ve de ülkeye ihanet merkezleri olduğu hepimizin bildiği gerçeklerdir. Onun için bana göre buraların tanımına, bataklık ifadesi uygun gelmiştir.
Yine Sn. Erdoğan, 18 yıllık iktidarında ve ekonomik sıkışma dönemlerde, milletten yastık altındaki değerler ile dolar ve euro’ları piyasaya çıkarmalarını istemiştir. Ama arada bir basından, İsmailağa cemaatinin binlerce hatta on binlerce çalışanı haberini görüyoruz. Aslında bu çalışanlar başka yerlerde alın teri döküp kazanıyor, evinin ve çocuklarının hakkını cemaate bölüşüyor. Cemaatçilerin ağalar gibi yaşaması böyle sağlanmaz mı? Eğer bu doğruysa, devletin bu haksızlıkları önleme görevi yok mu?
Tarikat ve cemaatler denince, uzun tarihi geçmişlerinde toplumu etkileyen acı izleri, düşman misyonerlerini barındırması, onların görevlerini üslenip yardım ve yataklık etmeleri ve de son olarak 15 Temmuz 2016 da ülkeyi yıkmanın kirli ve kahpe maşaları oldukları akla gelir. Bunlar, bataklık demeye yetmez mi? Unutmayalım, darbeci diye karaladığınız 28 Şubat 1997 olayının da asıl amacı, hainlere karşı durmaktır.
Evet, son yıllarda en çok sözü edilen konu Ortadoğu bataklığıdır. Yıllar öncesinde sadece Filistin’i görürdük, sonradan Libya, Mısır, Irak ve Suriye eklendi. Türkiye ve İran da eklenmek isteniyor. Suudiler ve diğer küçük arap ülkeleri torbada keklik. Ama bu hale gelinmenin yegâne sebepleri tarikat, cemaat ve aşiretlerdir. Onlar için bataklık tanımı çok ama çok hafif gelir. Siyasi partilerin de, bataklığın yeni adayları olması, özverisiz siyasiler yüzünden kaçınılmaz olacaktır.
09 Temmuz 2020
Hüsnü ARSLAN