Güvenden söz etmek isteyince, neye göre olduğunu anlamak zorundasınız. Ticaret erbabı iseniz, kişini sözüne ve borcuna sadakatine, dostluk veya yakınlık ise, kişilik veya karakter yapısını düşünürüz. İş arıyorsanız, görüşmecinize bilgi ve yeteneğiniz için ikna edici olmanız gerekir. Ama bir toplumun diğer toplumlara karşı güveni söz konusu ise, o toplum yöneticileri, özelliklede temsilci ve sorumluları hakkındaki bilgilere bakılır.
Toplumsal güveni detayları ile inceleyip aktarabilecek bir akademisyen olabilmeyi isterdim. Çünkü topluma faydalı bilgiler yansıtmanın yararına inanıyorum. 82 yıllık yaşamımın 45 yılını çalışarak geçirdim. Cumhuriyet döneminin ilk 27 yılını okuyarak, sonraki 72 yılını ise okuyup yaşayarak gözlemledim. Bu yüzden özellikle son uzun bölümünde yaşamsal değerlendirmeler bulacağınıza ve 40 yaş altındaki gençlerimiz için de belgesel nitelikli olabileceğini umuyorum.
Her ülke halkına güven sağlamada etkili olanların başında, demokrasinin kurallarına göre seçilmiş siyasi yöneticiler gelir. Hatta iyi ile kötü arası farkı da sadece onlardan tespit etmemiz mümkündür. Mesela 1950’lerde menderes’i gece saatlerinde Ankara sokaklarında tek başına denetimlerde, 1963 de İnönü ile Ecevit’i, karmaşık bir işletme patronu ile korumasız dolaşırken gördüm. Dün Erdoğan, Van’da havadan ve karadan yüzlerce koruma ile dolaşabildi. Ben olsam o görevde asla kalmak istemem. Çünkü halkından korkan bir kişi, illa da orada kalmak istemesini yanıtlaması gerekir.
Osmanlı Beyliği, feodal yapısı ile imparatorluğa dönüşebilmiştir ama sürekli aslını inkâr edince, sonunun gelmesini önleyememiştir. Buna rağmen Türk ulusu başsız kalmamış, Atatürk ve arkadaşları ile 16. Türk devleti (TC), 1923’te kurulmuş, barış ve tam bağımsızlığı hedefleyerek dünyanın hayranlığını kazanmıştır. Ama şimdi bazıları hakaret ediyor ama vitrindeki ciğere ulaşamayan kedi saçmalığı durumuna düşüyor.
1923-50 arasında Atatürk ve İnönü, toplumun kıt imkânları ile tam bağımsız olarak ekonomik ve kültürel kalkınma, 1950-80 arası Menderes ile Demirel’in borçlanıp hızlı kalkınma dönemleri diyebiliriz. Demokrasinin güzelliğini inkâr etmek imkânsızdır. Ama toplumun, burnunun ucunu göremeyen bir tarikatçıya kul ve köle olmasına rıza gösterilmek, demokrasiye taban tabana zıt olduğunu bilmeme gafletidir.
1950 öncesinin kararlılığından beklemedikleri sonuçları gören emperyalistlerin, 1950 sonrasında anlamsız demokrasi maskeli baskıları, destekledikleri darbelerle artırıp, asıl amaçları olan ekonomik imkânlarımızı ele geçirmek istemişler. Buna direnen Menderes, idam ettirilmişse, Demirel de şapkasını alarak kaçmışsa, sebep olan asla Halkımız değildir. İşte 1980 sonrasının sıkıntıları, bu zeminler üzerine, PKK ve FETÖ ile açık, aşiret ve tarikatlar ile örtülü düşmanlıklara dayanmaktadır.
1980 darbesi emperyalistlerin rahatlamasını sağlamıştır. 1989’da ABD’ye direnen Özal’ın faili meçhul ölümünü kimlerin hazırladığını kanıtlamıştır. Buna bağlı olarak ülkemizde ilk defa haklı bir askeri müdahale olmuştur. Çünkü Amerikan maşası Fetullah Gülen’in durdurulması gerekiyordu. Nitekim ABD aldı götürdü ve Temmuz 2016 da kullanıldığı zaman ne yapıldıysa geri vermedi. Ama aynı davadan tutuklanan Papaz Brunson’u alamazsınız dendiği halde çok geçmeden teslim ettik. Bu halkın, 03 Kasım 2002 den bu yana AKP’den beklediği bunlar değildir.
14 Haziran 2022
Hüsnü ARSLAN