Göçerek Anadolu’ya yerleşen atalarımızın, günümüz şartlarındaki eğitilme imkânları olmamıştır. Ancak, hiç mektep medrese görmeyen ve kırsalın doğası içinde yaşayan insanları, ünleri ile tarihe mal olan Nasrettin Hoca ve benzerleri, nükte, espri, şaka ve hicivleri ile toplumlarına renk katmışlardır. Bu durumun devamını sağlayan, doğanın gizemli gücüdür. Sonraları artan tiyatro, sinema, karikatür ve el sanatları, özellikle mizaha ve eleştirilere incelik ile ustalıklar kazandırmıştır.
Yazımda, girişte sözü edilenlerin hepsi üzerinde durma imkânımız yoktur. Yani, bazıları sadece anımsatma olarak kalacaktır. Nasrettin Hoca ve yöresel simalardan Kara denizin Temel’i, Trakya’nın Hüsmen Ağası ve sahnelerin ünlü sanat duayenleri, zaten her vesile ile kendilerini tanıtmışlar ve tanıtıyorlar. 80-90 milyon nüfusun, az ya da çok eğitimli olanları bu ustalardan nasiplenip yaşamına değer katamıyorsa, onlara “zavallı” dersek çok görmeyin.
Üzerinde duracağımız hususların ilki, Bursa’nın “Karagöz ve Hacivat”ıdır. Osmanlı merkezlerinin başlangıç tarihleri, 1299 da Bilecik, 1326 da Bursa, 1365 de Edirne ve 1453 de İstanbul’dur. Ama Bursa, hep ilgi odağı olmaya devam etmiştir. Mesela, Ulu Camii 1396 da 4. Padişah 1. Bayazıd (Yıldırım)’ın isteği ile başlamış ve 1399 da hizmete açılmıştır. Bu caminin demirci ustası Karagöz, sıvacı ustası Hacivat’mış.
Onların eskiye dayanan dostluğu, cami inşaatı sırasında da devam etmiş ve arada bir olan diyalogları, çalışanların işini engellediği gerekçesiyle cezalandırılmak istenmiş, tehlikeyi sezip kaçarlarken yakalanıp başları kesilerek infaz edilmişler. Çalışanlar ve çevre halkı, bu infazı haksız görmüş ve yıllar sonra yakalandıkları yere anıtları yaptırılmış. Sonuçta onlar, Türk tiyatrolarının, gölge oyunları banisi olarak yerlerini almışlardır.
İkinci olarak, ulusal basınımızın değişik yerlerinde, özellikle cumhuriyet döneminde üstün başarılara imza atan karikatüristlerimiz, ulusumuzun mizah ile özdeş olduğunu kanıtlamışlardır. Onlar, halkın çok sevdiği simaları ele alıp değişik çizimler ve uygun yazımlar ile birlikte, kahkahalar ile okuyup değerlendirmemize aracı olurlar. Konuya has kişiler, mutlaka halkın yakından takip ettiği, örneğin, Sn. Demirel ve Sn. Erdoğan gibi liderlerdir.
Halkımızın ve ilgili basınımızın konusu içine aldığı Demirel, ciddi veya mizah’lı eleştirileri, hatta şapkasını kapıp kaçanları hoş görüp, halkın adamı olduğunu kanıtlamıştır. Halk, Kasımpaşalı Erdoğan’ı kendinden görmüş ama o kendini halktan biri olarak görememiştir. Çünkü güveni yoktur, örneğin, camiye gidince dahi koruma arasında kalabilenin, halkına güveni olabilir mi?
Ecevit ve Demirel’in halk ile ilişkileri farkı, eleştirilere karşı olmamasıdır. Karaoğlan, Çoban Sülü, lakapları olmuş, hatta arada bir bazı densizlerin küfürlerine, “kim bilir adamın ne derdi vardı” denmiş ve dava açtırılmamış. Bunlara iki koyun versen güdemez diyen Erdoğan’a, biri çoban dese, kendini adliyede bulur, bulmuştur. İşte, halktan kopukluk ve eleştiriye hazımsızlık örnekleri, sorunun özü, BEN, BEN, BEN, sadece bencillik meselesidir. Aslında demokrasilerde benlik yok, özveri vardır.
07 Ocak 2022
Hüsnü ARSLAN