Her kurban bayramında kesilecek kurbanlardan pay koparma sırası oluşur. Kimisi derisine, kimisi hibe etine ve şimdide tamamının parasına göz diktiler. Önceleri devletin sadece kurban derileri için teşvik ettiği Türk Hava Kurumu (THK) vardı ve diğer taraftan da arka planında tarikatların olduğu vakıflar asılıyordu. Bu günlerde THK adı bitti ama vakıflar çoğaldı ve anlı şanlı Kızılay’ımız dahi sıraya girdi.
Kurban bayramı öncesinde gündemin ilk sırasını, kurbanlıklara uygulanan şiddet ve vahşetler alırdı. Bu yıl o haince görüntüler henüz olmadı, umarız artık olmayacaktır. Bana göre bunun birkaç sebebi var. Birincisi, ülkenin hayvancılığı azaldı, çünkü satış yerlerinde gösterilen hayvanlar yerli değil, süt için ithal edilmiş hayvanlardır. Yem parası dolarla artıyor ama süte zam yapamayanlar ineği kurbanlık yapıyor. İkincisi, ithal hayvanlar daha mutedil, yerli hayvanların daha özgür ve inatçı olmalarıdır.
Hayvanlar için özgürlükten söz edilince, elbette küçükbaşlar (Koyunlar) bu kapsama girmiyor. Keçiler de farklıdır, yani koyunların kapsamına girmezler. Adı üzerinde, koyunlar… İnsanların bu kapsamda olanı yok mudur? Sorgulayan ile sorgulamayan bir olur mu? Evet, sorgulamayanın özgürlük ile derdi yoktur. Kimisine bir iki paket makarna bakliyat verip, oyunu elinden alabilirsin. Kimisi de daha fazlasını ister ve bankamatikçiliği koparır. Kimi üçer beşer maaş, kimi elektrik su parasından, kimi vergilerden muaftır. Ama tanımlanmasında, nedense tümüne akkoyunlar denir.
Birazda, çok güvenilen Kızılay’ımızdan söz edelim. Çocuk iken kumbaramızı boşaltıp koştuğumuz ve kötü gün dostumuz olarak bildiğimiz Kızılay, artık yandaş besleyen bir kurum oldu. Şimdi orası da kurbanlardan pay alma yarışında. Vekâlet ile kurban karşılığında 1050, TL, 125,00 $ veya 105,00 € isteniyor. Başına getirilmiş bir yandaş, her birimin başına bir akraba ve maaşları dudak uçurtuyor. Artık yandaş ile iktidar olmakta zorlaşmış, çünkü siyasetçinin sermayesi kediye yükleniyor.
İslamiyet’te temel ibadetlerden biri olan kurbanın amacı, yoksulların et yememesidir. Dedem 1879 doğumluydu ve 1953 yılında vefat etiğinde, ben 13 yaşımda ve kurban dolayısıyla çevresindekiler ile konuşmasını dinleyenim. Anadolu halkının, genelde eti kurban’dan kurbana gördüğünü o konuşmalardan bilen, çocukluğum döneminde de bizzat yaşayanım. Osmanlı sarayında bunların bilinmediği açıktır. Cumhuriyetin ilk yıllarında ise, yoksulluğu yenme savaşı olduğunu ama aradan bir asır geçtiği halde hala beslenme sıkıntısının bitmediği de açıktır.
Ne yazık ki bu gerçekler hep saptırılmıştır. Özellikle son 20 yılın siyasilerinin zirve papan yalanlarına kulak verirseniz, yamuk giden işlerin sahibi “ce he pe”dir. Evet, bu yalanı sıkça söylerler ve iki yüzlülüklerini gösterirler. Benim yaptığım çamur atmak değil ama onların yaptığı ayan beyan ortadadır. Halkın çoğunun kurban alamadığı ve kurbanlıkların satılamayışı da, kanıtıdır.
Aslında bu, İslam toplumlarının genel durumudur. Yönetenleri doğrulardan uzak, saltanat sürmek için toplumun din ile kandırılan olmasını isterler. “Deveye neren eğri diye sormuşlar, nerem doğru ki” demiş. Deve ile özdeş olan İslam toplumu, doğru ile eğriyi ayırmaktan acizliği sürdükçe kölelik kaderi değil, gerçeği olur. Atamız, hiçbir zaman bu gerçeği millete reva görmemiştir. Bu yüzden, yönetenlerimiz utanmalıdır.
Bir gün, köleliğe (es kulem’e) hayır diyen bir toplum olmak umuduyla, “Kurban Bayramımız Mübarek olsun.”
19 Temmuz 2021
Hüsnü ARSLAN