20.03.2021 Cumartesi’nin ilk saatlerinde, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile uluslar arası boyutlu İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı ve Merkez Bankası Başkanı Sn. Naci Ağbal görevden alındı. Sırası geldiğinde “Un var, şeker var, yağ var, o zaman neden helva yapıp yemiyorsunuz?”deriz ama bu deyimden asla ders almıyoruz. Çünkü halk ve hakları var, hukuk var, hukukçular da var ama bir türlü adaletine ulaşamıyoruz. Ülkemizde, dünya şampiyonluğuna koşan kadın ve çocuk cinayetleri, taciz ve tecavüz olayları adaletini de mumla arıyoruz. Neden acaba?
Bu günkü yazımızda, sadece “İstanbul Sözleşmesi”nden söz edeceğiz ama önce bu sözleşmenin amacını belirtelim. “Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmak için yapılan İstanbul Sözleşmesi, kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak amacını taşıyor.” Türkiye, Sözleşme’yi imzaya açıldığı 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalamış ve TBMM, 14 Mart 2012 de oy birliği ile onaylamıştır.
AKP, 03 Kasım 2002 seçiminde iktidar olunca, ilk beyanları ile AB kriterlerini hedef alıp aynı tempo ile devam ederek, 06 Kasım 2004 de AB tam üyelik görüşmelerini başlatmıştır. Görüşmeler uzun bir süre uyum içinde sürmüş, hatta bazen, Kopenhag kriterleri yerini Ankara kriterlerine bırakacak denmiştir. Ama işler hep öyle gitmedi, uçurulan balonlar kayboldu, görüşmeler durdu ve gerçekler öne çıkarak geçmiş, o renkli resimlerin karelerinde kaldı. O zaman Başbakan olan Erdoğan, dün gece ve yine yürütmenin başı olarak İstanbul Sözleşmesi kıstasından hem de TBMM’ni by-pass edip, feshettim diyerek çekilmiştir.
Görüyorsunuz, içinde debelendiğimiz sorunlar öncelikle hukuksal ve toplumsaldır. Yani, AB kıstaslarına ulaşamamaktır. Ülkeyi iyi yönetemediğimiz için başarısız, iyi üretemediğimiz için parasızız. Dolayısıyla bunların nedeni yönetenlerin hatalarıdır. Dünyanın en çok vergi toplayan devleti salgına aşı parası bulamıyor ve salgını aşıp eğitim kurumlarını açamıyorsa, yönetenlerimize bilgili ve başarılı diyemeyiz. Buna rağmen yirmi yıldır aynı yönetime oy veren seçmene de, bilgili toplum diyemeyiz.
İstanbul sözleşmesinin yürürlüğe girdiği 14 Mart 2012 yılında kadın cinayeti ölüm sayısı 210 iken, her yıl artarak 2020 yılında 300’e ulaşmıştır. İlgililerin beyanlarına göre sözleşme, dokuz yıl sonra ölüm artışının %30’u geçmemesine, yargının, özellikle savunmanın işine yardımı olmasında olumlu görülmektedir. Sözleşme, uluslar arası değerlendirmeler için de olumlu görüldüğü bilinmektedir.
Bu yüzden, sözleşme iptali ile nüfusun yarısı olan kadınlarımızın savunma haklarına zararlı olacağı düşüncesi normaldir. Kadınlarımızın, “bu gün sana ise, yarın da bana” diyeceklerin sayılarını artırmalıdır. Aksi halde artan şiddet ve cinayet ölümleri, işten çıkarmadaki öncelikleri, taciz ve tecavüzlerin artması, eğitim haklarının kısıtlanması ve çocuk gelinler ile kadın ticaretinin önlenmesi mümkün olamaz.
Haksızlıkların artmasından halkımız ve görevlilerin sorumlu tutulması yerine, suçu yönetim kendinde aramalıdır. Atatürk’ün “Türk milleti zekidir, çalışkandır.”sözü ile ortaya çıkan başarıları görmemiz gerekir. Bu gün dahi, örneğin, covid-19’a karşı aşı üretenlerin Türk Bilim insanları olması ve Almanya’daki onurlandırılma ile sabittir.
22 Mart 2021
Hüsnü ARSLAN