Çizgi Tanımayan Ekonomi

Son yıllarda ülkemiz ve halkımız, ekonominin zor şartlarını yaşamaktadır. Dünyada oluşmuş değişik ekonomik sistemler, insanlığın daha kaliteli yaşam için ihtiyacı olan sınırsız malların üretilmesi ve karşılanmasını tanımlar. Tüm ekonomik sistemlerin, toplumsal ve ideolojik kavramlar ile iç içe olması kaçınılmazdır. Her yiğidin yoğurt yemesi farkı dolayısı ile politikacıların uygulama farkları, ekonomik sonuçları etkiler.

İyi ve kötü yönetici farkını, “abat ve berbat eden” diye ekonomik sonuçlara uyarlarız. Yani, sistemdeki kurallara uyanların bilinçli, ekonomik çizgileri tanımayanların ise bilinçsiz yönetimler olarak karşımıza çıkmasıdır. Geçmişte toplumsalcı sosyalizm ile devletçi kominizim ve karma ekonomik sistemler denenmiş ama günümüz dünyası, anaparacı olan kapitalizm’i benimsemiştir.

621 yıllık Osmanlı’ya, ortaçağın saray ekonomisi, yani savaşlar, altınlar ve saray hazinesi, ekonominin çarkı gibi görülür. Aslında saray dışı harcamalarına yaratılan kaynak, halktan istenen vergiler ve icarlardır. Dolayısıyla saray, savaş ganimetleri, çevresi ise, halk desteği ile geçinmiştir. Ortaçağa benzeyen tarafı, daha çok halkın yaşam düzeyi kaderine bırakılmasıdır. Saray her halükarda kaynak yaratıp, ayağını yorgandan çıkmamış ama dış borçlanma başlayınca zaten teslim bayrağı çekilmiştir.

Cumhuriyet, toplumsal sistem ağırlıklı karma ekonomi ile başlamış ve 23 yılda pek çok imkânlar yaratılmıştır. Atatürk’ün sözlerine bakalım; “Türk milleti zekidir ve çalışkandır. Yurtta sulh cihanda sulh. Muasır medeniyeti yakalayacağız ve ülkemizin hedefi tam bağımsızlık olacaktır.” 23 yıl sonra demokrasi dedik ama emperyalizmin kumpasına sıkışıp, “Borç yiyen kesesinden yer. Borç yiğidin kamçısıdır. Yerli mal değil, ucuz mal. Özelleştirme, devletin küçülmesi, özel sektörün büyümesi.”denmiştir.

Şimdide düz rakamlar ile sonuçlarımıza bakalım; Nüfusumuz 80 milyon. Üretenler 20, işsizler 10, emekliler 10, toplamı 40 milyon ve bunlar, 40 milyon da küçük büyük sigortasızlara bakarlar. Yetmiyormuş gibi yandaş ve mülteci yükü çekerler. Eğer bu duruma, iyi bir ekonomik uygulama dersek, aklımızla alay etmiş oluruz. Dolayısıyla bu millete ve ülkeye yazık etmiş oluruz.

Yıl 1946, nüfusun %80’i köylerde, yıl 1975 nüfusun %60’ı köylerde, yıl 2000 nüfusun %30’u köylerde ve yıl 2020 nüfusun %20’si köylerdedir. Köyde kalanlar yaşlılar ve bir de imam’dır. Kentlerdeki %80, yarısı boş ve kahvede piçpirik oynamaktadır. Devletin hizmet kurumları tarikatların parselinde ve çalışan maaşlarından avanta yemektedir.

Marketler %50 yabacı mal doldu, ülke açık pazar oldu. Tahıl, bakliyat, et süt ne varsa ithal, iş ve petrol yok, her şey borçla alınır. Covid-19 salgını parolası ise, evde kaldır. Söylesenize, bunun adı ekonomi değil ama nedir? Bunun yanıtını verecek olan seçmenin yarısıdır. Ama nerde, binmişler bir trene, Allah sonlarını hayır ede.

10 Aralık 2020

Hüsnü ARSLAN

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s