Bu günlerde bazılarının haykırarak ve el kol hareketleri ile salvolar atarak tehditler savurmasının dayanağı ülkücülüktür. Önce, ülkücülüğün anlamı üzerinde duralım. Ülkücünün anlamı, ülkü’nün devamıdır. “Amaç edinilen ya da ulaşılmak istenenin devamında, bir ülküye bağlı olan kimse ya da görüş”tür. Ülkücülüğün fikir babası Ziya Gökalp(1876-1924) olduğu bilinir. Son bir asırlık siyasetimizin ülkücülüğü, 1966’dan bu yana değişik aşamalar ve günahı/sevabı ile bu güne kadar gelmiştir.
Ziya Gökalp’ın eğitimi, değişik sistemlerden sonra baytarlık okulu ile son bulmuş ama katıldığı İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeliği onu eğitimciliğe kadar sürüklemiş. Önce İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyeliği, ardından cumhuriyet başında Milli Eğitim Bakanlığında görev yapmış ve 1924 yılında hayata veda etmiştir. Onun görüşleri için Türkçülük, İslamcılık, Medeniyetçilik, Muasırlaşmak, Turancılık ve ülkücülük olduğu söylenir ama Atatürk, onun Türkçülüğünü desteklemiştir.
Ülkücülük, 1933 den itibaren ilkokullarda söyletilen andımızın temel görüşü olarak devam etmiştir. Hedefleri netleştirmek için 1972 ve 1997 de değişiklik olmuş ve 2013 den sonra yargının kararına rağmen söyletilmemiştir. Toplumumuz, 1923 ile 1946 arasını, Atatürk ilke ve inkılâpları kapsamında devletin yapılanması için geçirmiştir. Sonrası malum, düşe kalka devam eden ve hazmedilemeyen demokrasi’dir. Ancak, bir asra 2 yıl kala ve 18 yıllık günümüz iktidarı dahi, Anayasa Mahkemesi Kararlarını tanımazken, Yargı ve Hukuk Reformu diyor. Yüksek yargı da, TBMM gibi mi olacak?
1946 dan 1966 ya kadar bu ülkede sağ sol parti ve yandaşları çatışması yoktu. 1950 de DP seçildikten sonra, vatan cephesi kısmen bir ayrışma yaptı ama toplumda belirgin bir kutuplaşma olmamıştı. Ülkemizdeki darbelerin hep dış destekli olduğu bilinir ama kimse yerini belirtemez ve hep günah keçisi olarak derin devlet görülür. Böylece her on yılda bir olan darbeleri pişirip kotaranları işlerine devam etmiş, bize de sineye çekmek kalmıştır. Şimdi gelelim ülkücülüğün yeni boyuna…
1960 darbesinin önemli aktörü olan Alpaslan Türkeş, CKMP’ne girip siyasete başladı. 1966’da üniversite ve yüksek okullarda kurulan ülkücü gençlik dernekleri, 1968 den sonra ülkü ocakları olup yurt çapında teşkilatlandı. 1969 yılında Türkeş’in yönettiği partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi olup, Ülkü Ocakları da bu partiyi desteklediğini ilan etti. Evet, buraya kadar her şey akıllıca yürütülmüştür.
Ülkü ve Ülkücü, güzel amaçları ifade ediyor ama ülkede aşırı uçlar oluşup iç kavgayı başlatanların bir parçası olmasını ne Türkeş ten ne MHP den ve ne de ülkücülerden hiç kimse beklemezdi. Ben, 1950 sonrasını gözlemlemeye başlamış ve bu gün aynen devam eden sade bir vatandaşım. Şimdi Türkeş’den sonra MHP’yi yöneten Devlet Bahçeli’ye sormak isterim. 1980 darbesinde en çok canı yanan ülkücüler, sonrasında temkinli oldular ve eski tabir ile uçtan ortaya çekildiler. Bunu korumak daha iyi olmaz mıydı?
Salvolar ile popüler bir siyasi lider olarak %15’i geçemeyen, şimdi baraj altında kalıp AKP desteği ile kendinin ve yandaşlarının koltuklarında kalmasına çalışmak ve de bunu, ülkenin zor koşullarına rağmen devam ettirmek bir ülkücüye yakışıyor mu? Hayır, Sn. Bahçeli, siz küçük hesap peşindesiniz. Özellikle sizin bu hesapla partiyi düze çıkaracak ne sağlığınız, ne de gücünüz yok. Bunu ben sizden daha yaşlı olarak, daha rahat görüyorum. Ülkücüleri asıl amaçlarına döndürmekle, dua alırsınız.
26 Kasım 2020
Hüsnü ARSLAN