Sizce kim yapar bunu, elbette yüzsüzler. Çünkü yüzleri olmadığı için verilenden yüz bulur, astarı da bedavaya getirmek ister. Sokaklarda fal bakanlara ve çiçek satanlara rastlarız, ısrar ederler ama rahatsız olmazsınız. Daha sonra karşılaştığınız bir dilenci, açım, hastayım, çocuğum, anam, babam der, der de der. Camiye gidersin yardım parası, meydanlarda oy isteyenler ve hepsinin benzerlikleri, Yapılanların Tanrı adına olmasıdır. Evet, isteyen isteyene, isteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara denir. Suriyelilerle iki katına çıkan isteyenler çoğaldıkça halkın işi de zorlaşmıştır.
Üç gün önceki yazımda mehdi’den söz etmiştim. Mehdiden artık sıkça söz edilir oldu. Ama asıl ilginç olanı kendisinin ne zaman geleceği belli olmadan, toplum düzeni onun adına ayar edilmesini istemiş olmalarıdır. İyi de O, adına yapılanları beğenecek mi? Bir zamanlar FETÖ lideri “Ben Mehdi’yim, bu gün peygamberimiz ile konuştum, O da mehdiliğimi kabullendi.”diyordu. Bir yandan ABD maşalığı, öte yandan mehdilik…
Siyaset, tanımına bakınca insanlığa hizmet etmenin en kutsal görev alanıdır. Ancak, uygulamaya gelince, insanlığa kolayca kazık atmanın yeridir. Çünkü yetki istersin ve alırsın, arkasından mühür bende, güç bende diyerek her istediğini yaparsın. Eğer sandık endişesi olursa, ciğeri beş para etmeyenlerin dizinin dibine oturur, hocaefendi edebiyatı yaparsın. Bunun adı, Cumhuriyet rejimi, demokrasi ortamı ve hür iradenin sonucu olur. Ama bence, gerçekten hür iradeye yapılan en kötü ihanetin sonucudur.
İnanç istismarı ve Tanrı yoluyla siyaset yapmak, Müslüman ülkelerinin kirli yüzü ve masum gösterilen sahte yanlarıdır. Böylece kutsala ihanetin çirkinliği, Laikliğin değer verdiği güzellikle inanca katkısının kanıtıdır. Ama bu, üç-beş sahtekarın işine gelmez. MHP’li bir Belediye Başkanı, Filenin Sultanları’nı hedef alarak;“Kendini teşhir edecek sonra da Tokyo’ya gidiyoruz diye sevineceksin. İslam ülkesindeyiz, Müslüman bir kişi öyle bir kıyafet giyip erkek huzuruna çıkamaz, bu haram.” çıkışı, kötü bir örnek sayılmaz mı?
Dilenmek, sosyal bir devlette yönetenlerin yüz karasıdır. Bu hükmü, sokaklarımızda, hatta kapılarımıza kadar gelerek dilenenleri gördüğüm için rahatça belirtebiliyorum. Az da olsa İngiltere ve Almanya ortamında bulundum. Belki ben rastlamadım ama dilenen olmadığı kanısındayım. Türkiye’deki durum malum, duyduğum, tüm İslam ilkelerindeki durum da aynı imiş. İnanç açısından en sosyal din İslamiyet, anlaşılan İslam da sosyallik, dilencileri çoğaltmak anlamına geliyor.
Dilenmenin camii önleri ve çevresinde yoğun olması da bunu kanıtlamıyor mu? Her cami yönetimi, Cuma sonrasında yardım toplamayı ihmal etmiyor. Hizmet veren bir Bakanlık sayılmayan ama üç icracı bakanlığın toplamına denk bütçesi olan Diyanet İşleri Başkanlığı bilgisi içindeki yardım toplamanın, asıl tanımı dilencilik olmaz mı?
Buraya kadar söylemek istediğim husus, yardımlaşmaya karşı duruş değildir. Çünkü İslam olan bir toplumda yardımlaşmanın en açık tanımı, sağ elin verdiğini sol elin dahi görmemesidir. Onun için açık istenen bağışları dilenme olarak niteliyorum. Fal bakan ile çiçek satanın dilenenden farkı, hizmet ile mal satmak olduğu ve alanın da memnun kaldığı tatlı bir gerçektir.
15.01.2020
Hüsnü ARSLAN