Canlıların tümü, hastalığı mikrobik bir tehlike ve yaşamsal kâbus olarak algılar. Doğa ise iyi-kötü, hastalık-sağlık gibi birçok zıt kavramları birlikte taşır. Yaradan’ınımız ise evreni ve üzerinde yaşadığımız mavi küreyi oluştururken, farklı kavramların, doğal dengeler kapsamında görünmesini sağlamıştır. Güçlü-zayıf’ın tanımı “Büyük balık, küçük balığı yutar.”sözümüzün sonucu, akıl-fikir ile donanımlı insanların, canlıların en güçlüsü olduğu kanıtlanmıştır.
Hastanelere giderek verdiğimiz kan örneklerinde yaptırılan analizler sonucu, örneğin, kötü ve iyi kolesterol değerlerini görürüz. Kötü kolesterolün zararı ile iyi kolesterolün yararı, doğal dengeler gereği olduğunu, aklın ve bilimin ışığında anlamış oluruz. Yani insan en değerli gücü aklı ile bilimi buluşturup, kendine, çevresine ve doğaya yararlı tutkusu, olsa olsa bir ışık hastalığıdır. En büyük dileğimiz, Tarı herkese böyle güzel hastalıklar nasip etsin.
Işık hastalığına pek çok örnekler verebiliriz. Çalışmak, verimli olarak üretmek, ışık hastalığı kapsamındadır. Politika, halkın imkânları ile hesaplı işler yamak, yani halka hizmet etmek demektir. Bu bakımdan politika kutsal bir hizmet alanıdır. Örneğin, körfeze köprü yaptırmak (Osmangazi Köprüsü), ne kadar güzel projedir. Bu köprüyü, peşin ödeme ile mesela beş milyar $’a yaptırdığımızı düşünelim.
Feribotlarda olduğu gibi yine örneğin köprünün iki ucu arasını karadan gidişle yakıt parası kadar ücretlendir. İnanın herkes zamandan kazanmak için severek köprüden geçer. Ama siz köprüyü vadeli yaptırıp yirmi milyar $’a maal ederseniz ve hazinedeki parayı da örneğin Suriyelilere harcarsanız, bu hastalığın adı ışık hastalığı değil, kara delik hastalığı olur. Bunu ışık haslığı olarak satarsanız, kimseyi kandıramazsınız.
Eğitim de bir ışık hastalığıdır. Çünkü katma değeri en yüksek yatırım insana yapılan yatırımdır. Cumhuriyetin ilk dönem fakirliğinde, ülke sathının 21 noktasında kurulu Köy Enstitüleri bu toplumu zıplatmıştır. Onun için emperyalistlerin ilk hedefi olmuş ve kapattırılmıştır. Eğer Köy Enstitüleri devam etseydi, Sanayi yatırımları Anadolu’ya yayılsaydı, Kooperatifler amacına uygun çalışsaydı, kentler millete kambur olmazdı.
Biraz da ağa ve din tacirlerini anlatalım; Köy Enstitüleri kapatıldı, Toprak reformu yapılamadı, meydanlar ağalara, cemaatlere ve tarikatlara kalmıştır. Bunlar hala yasal yasaklıdır. Sosyal medyada, arada bir tarikatçı kahvaltı sofralarını görüyoruz. Üç-dört asalak, yerlere yayılı sayısız yiyecekleri ellerinde cep telefonları olarak yiyorlar. Bu kesinlikle alın teri sofrası değildir.
Evet, asalaklık, miskinlik, milleti kandırmak gibi hastalıklar da vardır. Ama bunların adı habis (ölümcül) hastalıklardır. Başka bir deyişle, milletin sefaleti karşılığında, asalakların saltanat sürme hastalığıdır.
11.02.2019
Hüsnü ARSLAN